Geçmişten Günümüze Refah Devleti Uygulamaları

Taha Berke Tarhan
5 min readJun 26, 2020

--

I.

Refah devleti, mevcut piyasada bulunan güçlerin kapsadığı alanı ve rolünü indirgemeyi amaçlar, bunu da kamu gücünü örgütlü ve planlı bir şekilde kullanarak yapar. Ayrıca devlet, vatandaşlarının iktisadi ve sosyal refahı için öncül rol oynayarak hareket eder ve sorumluluk sahibi bir konumda faaliyet gösterir. Devlet, vatandaşlarının müreffeh bir hayat sürmesini ve yaşayan her bireyin mevcut statüsü ve konumundan bağımsız olarak, bazı olanak ve kaynaklardan en az asgari düzeyde yararlanmasını amaçlar. Refah devletinde çeşitli uygulamalar ve yollar ile topluma fayda sağlanmaya çalışılmaktadır. Devlet, çeşitli hak ve güvencelerden yoksun bireylerin koruyucusu olmalı, söz konusu devletin vatandaşı olan herkese asgari bir düzeyde düzenli gelir garantisi oluşturulmalı, fırsat eşitliğini de göz önüne alarak hayatındaki yarışa eşit bir şekilde başlayamayan bireylere varlık ve refah elde edebilme imkanı sağlamalıdır.

Refah devleti, topraklarında dünyaya gelen bireylerin farklı özellikler ve imkanlar ile doğduğu bilinci ile hareket etmektedir. Çünkü bireyler doğumla beraber birtakım avantajlara ve dezavantajlara sahip olurlar. Bireyler, dünyaya geldiği aile, dini — sahip olduğu mezhebi, ten rengi, konuştuğu dil, maddi refahı ve ailesinin mevcut düzendeki statüsü gibi ayırt edici özellikler ile dünyaya adım atmaktadır. Ayrıca bireyleri sosyal ve ekonomik şekilde tehdit eden birçok tehlikede bulunmaktadır, Bu bağlamda refah devleti, söz konusu ayrıcalıkların ve noksanlıkların toplumda yaratacağı dengesizlikleri ve huzursuzlukları önceden önlemeye çalışarak, dengeleyici bir unsur olarak hareket etmeye çalışmaktadır.

Refah devleti, mevcut toplumda birtakım görevleri yerine getirmektedir. Bunlar içerisinde düzenleyici, müdahele edici ve yeniden dağıtıcı rolleri bulunmaktadır. Düzenleyici rol oynamasının sebebi mevcut iş piyasalarındaki işçilerin aldıkları düşük ücretlerden dolayı sefil bir hayata sürüklenmemesi ve belli bir refahın sağlanmasıdır. Bu sebeple devlet, asgari ücret belirlemekte ve işçiler için sosyal güvenlik kurumlarının ve yardım sistemlerinin oluşturulması görevini üstlenmektedir. Müdaheleci davranmaktadır. Sebebi ise piyasadaki aksaklıkları ve başarısızlıkları telafi ederek, refahı arttırmayı ve sorunları çözmeyi amaçlamaktadır.
Ve yeniden dağıtıcı rolünde, geliri yeniden dağıtarak gelir adaletsizliğini en aza indirgemeye çalışmaktadır. Çünkü tamamen serbest bir ortamda gelir adaletsizliklerinin ve sınıfların arasında açılacak uçurumların, toplumun büyük bölümünde sosyal problemlere, huzursuzluğa ve adaletsizlik duygusuna yol açacağı düşünülmektedir.

II.

1929 yılında başlayan ve 1930’lu yıllarda etkisini güçlü şekilde hissettiren Büyük Buhran sebebiyle liberal devlete yönelik güven azalmış ve liberal devlet anlayışı başarısız olarak tanımlanmaya başlamıştır. Ardından devletler ve toplumlar yeni sistem arayışlarına yönelmişlerdir. Kuzey Amerika merkezli, başta sanayisi gelişmiş ülkeleri etkileyen yıkıcı kriz işsizlik, yoksulluk ve kıtlıklar ile bütün dünyayı derinden sarsmıştır. Kriz sebebiyle resesyona giren dünyada, istihdamın arttırılmasını amaçlayan ve devletin ekonomiye müdahelesini savunan keynesyen ekonomi uygulanmaya başlamıştır. Devletler birtakım politikalar aracılığıyla, yavaşlayan ekonomi çarklarını tekrardan hızlandırmaya yönelik adımlar atmıştır. Bu adımlar ile işsizlik ve yoksulluğa çözüm arayışına girilmiş, mevcut kriz ve buhran bertaraf etmeye çalışılmıştır. Bu paradigma ile refah devleti anlayışı uygulanmaya ve devlet politikaları şekillenmeye başlamıştır.

Büyük Buhran sonrasında yaşanan yeni krizler ve buhranlar, II. Dünya Savaşı’nı tetikleyen en önemli nedenlerdendir. Yaşananan II. Dünya Savaşı, beraberinde yeni iktisadi ve sosyal krizleri de beraberinde getirmiştir. Savaş sonrası günden güne iki kutuplu bir ortama evrilen dünyada, sosyalizme karşı devletler ülke icinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle sosyalist devrim tehdidini hissetmeye başlamışlardı.

Bunun sebebi ise sanayileşme ile birlikte köylerden kente göç eden insan yığınlarının insani şartlardan yoksun, kötü çalışma koşullarına sahip olması, açlık ve sefalet içinde yaşaması bütün bu olumsuzluklara rağmen koşulların her geçen gün daha da kötüye gitmesiydi. Doğu Bloğunda yükselen sosyalizmin tehdidini hisseden devletler harekete geçmiştir. Harekete geçen devletler, karşıt sistemler geliştirmiş ve bu şekilde sosyalizm tehdidine karşı bir yapı oluşturmayı amaçlamışlardır.

Amerika Birleşik Devletleri’nin öncüsü olduğu kapitalist düzeninin yeni arayışlar içerisine girmesiyle serbest piyasa ve sermaye ortamı kontrol edilmeye başlanmıştır. Bu politikalarla, kapitalizmin ana vatanı olan Batı bloğunun ve bağımsızlığını ilan eden ülke halklarının yeni arayışlara girmesinin önüne geçilmeye çalışıldı. Refah devleti anlayışı ile sermayeyi ön planda tutan sistemin getirdiği sermaye-emek, işçi-işveren konularındaki adaletsizlikler ve tutarsızlıklar işçi sınıfını yatıştıracak bir seviyeye getirilerek, devrime yönelik olası toplum hareketlerinin yaşanmasına engel olunacağı düşünülmüştür. Bu sebeple çözüm, demokratik sosyal keynesyen görüşün yeni bir devlet anlayışı ile birleştirildiği refah devletinde bulunmuştur. Refah devleti, bazı yasal düzenlemeler ve geliştirilen uygulamalar dışında 20. yüzyılın bir çıktısıdır. Temelleri, İngiltere’de yoksul insanlara için yapılan Yoksulluk Yasası’na kadar uzanmaktadır. Buna rağmen 1883 yılında Alman devlet adamı Bismark tarafından geliştirilen sosyal sigorta, refah devleti kavramının modern anlamdaki temelidir.

III.

II. Dünya Savaşı sonrasında sosyal demokrat refah modeli uygulamaları en geniş kapsama ulaşmıştır. Toplumun büyük bir bölümü keynesyen refah devleti fikrinde mutabık kalmıştır. Refah devleti anlayışına uygun hareket eden yönetimler, makro ölçekte benzer modelleri uygulasalar da mikro ölçekte farklı uygulamalarıyla birbirlerinden ayrılmışlardır. Yapılan bazı araştırmalarda Norveç, İsveç, Danimarka gibi ülkeler sosyal demokrat refah modelini temsil ederken, A.B.D., Kanada, İngiltere gibi ülkeler liberal refah modelinin öncüsü konumundaydı.

Liberal refah modeli kalıntı refah anlayışına sahıpken, sosyal demokrat refah modeli kurumsal refah anlayışına sahipti. 1980lere gelene kadar sanayileşmiş ve gelişmiş batı devletleri kalıntı refah anlayışından uzaklaşarak kurumsal refah fikrini benimsediler. 1980li yıllardan sonra ise kurumsal refah anlayışı yerini tekrardan kalıntı refah modeline bırakmıştır. Devletlerin benimsediği modelin tekrardan kalıntı refah anlayışına dönüşmesinin sebebi ise 1970li yılların sonunda dünyanın küreselleşme sürecine girmesidir. Dünyada yaşanan yaşanan petrol krizleri Batı dünyasında da sorunlara sebep olmuştur. Bu sorunların sebebi yüksek vergi oranları, istihdam politikaları, sosyal refah devleti harcamaları ve artan devlet müdaheleleri olarak görülmüştür. Bunun neticesinde devletler, sosyal refah devleti harcamalarının sürdürülebilirliğini sorgulamış, sürdürülebilirliği olanaksız görülen bu harcamalarda kısıntıya giderek, gelirlerini arttırmak amacıyla reformlar yapmıştır. Organizasyon yapıları tekrardan kurgulanan sosyal refah ortamını sağlayan kurumlar yerini devlet destekli sivil toplum kuruluşlarına veya yerel yönetimlere bırakmıştır. Ayrıca bu hizmetlerin özel sektöre devri, neoliberal anlayışı benimseyen devletlerin uyguladığı bir yöntem haline gelmiştir.
Sivil toplum kuruluşlarının amacı toplumda sosyal bütünleşmeyi oluşturup, gelir dağılımında adaleti sağlamak, insan hakları ve sosyal adalet gibi temel konularda kamuoyu baskısı oluşturma etkinliğini gerçekleştirmektir. Devlet desteğiyle beraber kendi olanakları da kullanarak sosyal hizmet uygulamalarını daha etkin gerçekleştirmektedir. Devletlerin sosyal politikalarında tamamlayıcı rol alan sivil toplum kuruluşları, küreselleşmenin başlangıcından bu yana iktisadi ve sosyal politikalarda önemli rol oynaması sebebiyle devletler tarafından desteklenmektedir. Günümüzde refah devleti anlayışı hala sürmektedir fakat geçmişe kıyasla nitelik bakımından dönüşüme uğramıştır.

--

--